1923 - 1938 yılları arasında Türk - Arap ilişkileri

Lozan sonrası, Türk dış politikası incelendiğinde; Türkiye' nin sınırlarını koruma ve varlığını ispat etme çabasında olduğu görülecektir. Gerçekte bu dönemde, Türk - Arap ilişkileri; Arap ülkelerinin işgal altında tutan, 1. Dünya Savaşı galibi ülkeler olan İngiltere ve Fransa ile olmuştur. Araplarla dolaysız ilişkiler ise ancak Arap ülkelerin bağımsızlığını kazandıktan sonra kurulacaktır.
Türk dış politikası' nın temel hedeflerini şematize eden resmi belge niteliğinde olan; son Osmanlı Meclisi' nde kabul edilen Misak- ı Milli' dir (17 Şubat 1920). Bu belgede belirtilen dış politika hedefleri:
1- Mondros Mütarekesi sonrasında, düşman ordularınca işgal edilen; çoğunluğu Arap olan yerlerin kaderi, bölge halkının serbestçe vereceği karara bağlı kalacaktır. Bunun dışında kalan ve işgal edilmemiş bölgelerdeki Türk ve İslam çoğunluğun bulunduğu yer, bölünmez ve ayrılmaz bir bütün sayılacaktır.
2- Halkoyu ile anavatana katılmış olan Kars, Ardahan ve Artvin için gerekirse, tekrar halkoyuna başvurulacaktır.
3- Azınlıkların hakları, komşu ülkelerdeki müslüman halkların haklarının korunması şartı ile kabul edilecektir.
4- Milli ve ekonomik gelişmemizi mümkün kılmak için; siyasi, adli, mali gelişmeye engel olan sınırlamalar kaldırılacaktır.

1. madde' nin asıl nedeni; 2. Mahmut döneminde başlayan "Türkçülük" akımına bağlanabilir. "Türkçülük akımı", Türk devletinin kurtuluş ve yükselmesinini, Türk unsurunun imparatorluk içinde ulus halinde birleşmesinde görülmüştür. 1911 Trablusgarp Savaşı' ndan ve 1912 - 1913 Balkan Savaşları' ndan sonra uğranılan toprak kaybı, İttihat Terakki' nin "Osmanlılık" idealini terk ederek İmparatorluk içindeki Türk unsuruna önem vermesine neden olmuştur. Böylece, Fransız Devrimi' nin yarattığı fikirlerden oldukça etkielene Osmanlı toplumu, sonunda milliyetçi unsurları fark etmiştir.

İttihat Terakki, bu yeni politikasıyla yeni uyanmakta olan; ancak, imparatorluktan ayrılma politikası gütmeyen Arap Milliyetçileri arasındaki bağımsızlık eğilimlerini güçlendirmiştir. Trablusgarp' ta savaşan, Balkan Savaşlarını gören, Çanakkale' de Sultan' ın "Cihad" çağrısına karşın müslüman askerlerin Türk' e saldırısını ve 1. Dünya Savaşında Arapların; İngilizlerle birlikte Türk askerlerine kurdukları pusuları bilen Atatürk' ün yeni kurulacak Türk Devleti içinde her çeşit azınlığın en az düzeyde bulunmasına yönelik strateji çizmiş olması doğaldır.
Dış politika hedeflerinde, mümkün olduğu kadar Türklerin bulunduğu toprakları yeni devletin sınırları içine katmaya çaba göstermiştir Atatürk. Türkiye' nin toprak bütünlüğü ve Türklerin kendi toprakları üzerinde kendi kaderlerini çizme hakkı şeklinde belirlenen Türk dış politikası, 2. Dünya Savaşı yıllarında da dış politik ilke ve amaçları olarak kalmıştır.
Bu dönemin en önemli iki sorunu:
1- Musul Sorunu:

Mezopotamya Bölgesi, petrol nedeniyle İngiltere' nin uzun zamandır önem verdiği bölgelerin başında gelmekteydi. İngiltere, Musul bölgesinin kontrolünü Lozan Barış Konferansı' ndan çok önce karar vermişti. Hatta, bu bölgeyi işgal etmiş Fransa' ya, Musul petrollerinden %25' lik bir pay vereceğini belirterek bir anlaşma bile imzalamıştır. İngiltere, Türkiye' nin Misak- ı Milli' de belirttiği gibi; "Türk ve İslam çoğunluğunun bulunduğu bölgelerin kaderinin kendilerince saptanması" nı, Musul' un Irak Krallığına katıldığını ve 1922' de Irak ile İngiltere arasında yapılan anlaşmaya göre, Irak' tan toprak verilemeyeceğini belirtmiştir. İngilizler, Türk görüşüne karşı ileri sürdükleri argümanlar; bu bölgede yaşayan Kürtlerin, Türklerin öne sürdüklerinin tersine aynı soydan gelmedikleri, Türklerin yapılmasını istedikleri "plebisit" in bölgede karışıklığa yol açacağını, bölgenin asıl ekonomik ilişkilerinin Suriye ile olduğu yönündeydi.

Gerek Rıza Nur, gerekse İsmet Paşa, bu bölgenin etnik özellikleri üzerinde durduktan sonra; bölgenin gelecekteki ekonomik önemi Lord Curzan’ a belirtmiştir. Yeni cumhuriyet, bu bölgeyi Misak-ı Milli sınırı içinde göstermekteydi. İngiltere’ nin bu sorunu çözebilmek için; en iyi yaptığı şey olan “böl ve yönet” politikası oldu. Dünya kamuoyuna, Türklerle Kürtler bir arada yaşayamayacakları yönünde beyanlarda bulunuyorlardı. Milletler Cemiyetine aksettirildi. İngiltere ve Fransa hegemonyasında olduğu için başarı şansı yoktu. Bölge halkının cahilliği öne sürülerek Türk tezi geçersiz kılındı.
2- Hatay Sorunu:

Hatay Sorunu, Türkiye ile Fransa arasında, bölgedeki Türk ve Arapları ilgilendiren sorundur. Türkiye’ nin güneyindeki İskenderun Sancağı, bölgedeki Türk unsurunun çokluğu ileri sürülerek Misak – ı Milli içine alınmıştır. Ancak 20 Ekim 1921’ de Fransa ile yapılan anlaşma ile; TürkiyeSuriye sınırı saptamasında bu bölge Suriye sınırında kalmıştı. Batıda, İngiliz destekli Yunan ordusuyla çarpışılırken bu bölgenin güvende olması zorunluluğu vardı.

1930’ larda Fransa ve İngiltere’ de ekonomik sıkıntılar oluşunca, Ortadoğu bölgesinden çekilmeleri gerekti. 1936’ da Suriye’ nin manda yönetimini kaldıran Fransa, bir oldu - bitti ile İskenderun Sancağı’ nı Suriye hükümetine bıraktı. Türkiye itiraz edince, Fransa tarafından konu tekrar Milletler Cemiyeti’ ne taşındı. "Böl ve Yönet" sistemini İngilizler kadar iyi uygulayamayan Fransız yönetimi, Araplar arasında kargaşa çıkarmasına rağmen Türk askeri kargaşayı bastırmış. Bir yıl bağımsız kalan Hatay, Türkiye’ ye katılma kararı almıştır.
3- Sadabat Paktı:

1930’ larda hızla değişen uluslararası konjontür, komşu devletlerle ittifaklara gereksinime neden olmuştur. Yeni kurulan bir cumhuriyet, esaret altından kurtulmak isteyen, özellikle Ortadoğu ve Afrika’ daki milletlere örnek olmuştur.

Hiç yorum yok: