Sovyet Siyasal Sistemi' nin doğuşu

18. yüzyıldan itibaren gelişmeye başlayan Endüstri Devrimi, üretim ilişkilerini kökten değiştirerek liberal kapitalist dünyada yeni sınıfları ve fikirleri ortaya çıkardı. Fransız İhtilali' nin burjuva yönü olduğu kadar, bir de emek boyutu vardı. İhtilal' den 1900' lü yıllara kadar "Geleneksel Rejim - İhtilalci Cumhuriyet Rejim" arasında mücadele içinde geçti. Hatta 1848 ihtilalinde sosyalist işçi kesiminin rolü çok fazlaydı. Etki o kadar belirginleşmişti ki, Karl Marx ve Frederich Engels "Komünist Manifesto" adlı kitaplarını işçilere yol göstermek için yazmışlardı.

Fransa ve İtalya' da, yönetimlerin askeri girişimleriyle ihtilaller bastırılması sonrasında, sosyalistlerin mücadelesi sendikal alana kaydı. Bu şartlar altında Avrupa' da işçi hareketlerinin en gelişkin olduğu; liberal demokrasinin en ileri seviyede olan İngiltere ve Fransa' da, sosyalist hareket, işçi sınıfı ve sendikalar üzerine örgütlenmesi daha rahat oldu. Bu uygun koşullarda Eylül 1864' te "Milletlerarası İşçi Birliği" örgütü kuruldu. Sosyalizm tarihinde bu kongreye "Birinci Enternasyonel" denildi.

Açılış konuşmasını yapan Karl Marx, konuşmasında temel düşünceler: "İşçi sınıfın parti olarak örgütlenmesi", "mücadelenin sosyal diplomasi yoluyla yürütülmesi", "bütün ülkelerin işçilerinin birleştirilmesi" oldu. İngiltere, Fransa, İtalya ve Almanya' dan resmi işçi örgütleri katılmasıyla birlik oluşturuldu. 1870' lerde Alman Sosyal Demokrat Parti, 1882' de Fransız İşçi Partisi ve 1900' de İngiliz İşçi Partisi kuruldu.

1. Dünya Savaşı 1914' te başlayınca, Lenin' in başını çektiği grup; savaşı iç savaşa dönüştürerek sosyalist devrime zemin hazırlamayı düşünüyordu. Nitekim, Marksist kuramın şartlarının uygun olduğu İngiltere yada Almanya gibi ülkelerde oluşmadan; 1. Dünya Savaşı, Rusya' da devrimin yolunu açtı. Eylül 1915' de İsviçre' de 12 Avrupa ülkesinin katılımıyla "Uluslararası Sosyalist Konferans" toplandı.

Rus Devrimi’ nin kaderi bütünüyle uluslararası olaylara bağımlıydı. 1917 ihtilâli' nin oluşması üzerine, Rusya' da iktidarı ele alanlar, hudut kavramını tanımayan bir devlet kurmak istemişlerdi. Bunlara göre, Rusya' da başlayan ihtilâl, diğer devletlere de yayılacak ve bütün dünya komünist olacaktı. Bunu temin etmek üzere 1919' da 3. Enternasyonal, kısa söylenişiyle Komintern tesis edilerek, Sovyet Devleti' nin ihtilâlcilik vazifesi görev edildi.

Bu devrim, sosyalist ilkelere ve programa sahip bir parti tarafından yapılmıştı. Partinin lideri Lenin' in Avrupa ve dünya politikasına ilişkin görüşleri, doğrudan Rusya' nın dış politikasını da belirlemeye başladı. Buna göre,

1- Savaş, emperyalistler arasında bir mücadeleydi
2- 1905 İhtilali ile ortaya çıkarılmış "Soviet" denilen komitelerine rejim dayandırılacak, "Sovyet rejimi" olacaktı.

Yeni rejim, dünya düzenini kökten değiştirmesini gerektirecek politik sonuçlar içeriyordu. Ayrıca İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya ve Abd gibi büyük emperyalist güçlerin çıkarlarına taban tabana zıtlık gösteriyordu. Lenin' in yukarıda belirttiğim söylemi, adeta savaş ilanıydı.

Kominternin tesisinden önce, Fransız İhtilâli sıralarında gizli faaliyetlerde bulunan sosyalistler mevcuttu. Bunlara örnek olarak Sorel Mektebi' nin sendikalistleri, Bakunin ve Kropotkin' in yol gösterdiği anarşistler, 1. ve 2. Enternasyoneller gösterilebilirdi. Fakat sosyalist faaliyetlerin tüm dünya için tehlike teşkil etmesi, Kominternin yaratılması ve faaliyetlerinin Sovyet Rusya tarafından plânlı bir şekilde idare edilmesiyle başlamıştır.

Kominternin en kuvvetli olduğu 1928 yıllarında, Moskova' da toplanan 6. Kongrede hazırlanan statüye göre:
Milletlerarası Komünist Teşkilâtı "İşçi dünya ihtilâlinin önderi ve tertipleyicisi, yeryüzünde Sosyalist Sovyet Cumhuriyetleri Birliği yaratmak uğruna mücadele eden bir teşkilat" olarak ilân ediliyordu. Artık Komintern, Sovyet Rusya' nın harici siyasetinde tamamen yardımcı bir organ vazifesini görmekteydi.

Sosyalist düşünürler, işçi sınıfını, kapitalist sisteme karşı en ihtilalci sınıf olarak gördükleri için Engels' in sözü referans edildi: "Siyasi iktidarı ele geçirmek için parti, şehirden köye gitmelidir"

Emperyalizm' in doğal sonucu olarak görülen 1. Dünya Savaşı' nın Avrupa Kapitalizmi' ni bir yıkıma götürerek Rusya' nın Avrupa' ya rejim ihraç edeceği beklentisi oluşmuştu. Avrupa' da çeşitli ayaklanmalar olup bastırılıyordu. Avrupa, ayaklanmalara ve ekonomik çıkmaza rağmen; sistem ayakta kaldı. Ancak, Rusya' nın yeni rejimi, Avrupa' nın yeni düşmanı oldu. 19. yy başlarından beri "emek - sermaye" ilişkilerindeki çatışmanın, eğer tedbir alınmazsa; dünya düzeni için risk olarak kalacağı; batılı devlet adamlarının 1917 Rus İhtilali ile çok iyi anlamışlardır. Bunun sonucunda, Batı dünyası, Sovyet Hükümetini 1928' de saldırmazlık paktı içeriği olan Briand - Kellog Paktı' na dahil etti. Ardından, 1934' de Milletler Cemiyeti' ne girdi. Bu durum: 1. Dünya Savaşı' nı kazanan devletlerin, savaşı kaybeden tarafa koşulları dayattığı, koşulları korumak için kurduğu "bekçi örgüt" olarak görülen Milletler Cemiyeti' ne girmesi ile diye algılanmasına neden oldu.

Lenin' den sonra gelen Stalin, "Tek ve öncü ülkede Sosyalizm" ilkesi uyarınca; tüm dünya ülkelerindeki komünistlerin kendi ülkelerinde, gelen direktifleri uymasını istedi. Bu politika, o dönemde; komünistlerin "gayri milli" ve "Sovyet Uydusu" olarak nitelendirilmelerine neden oldu.

"Komünist" ve "İnternational" sözcüklerinin ilk kesimlerinde oluşan "Komitern" 1943' te kapatılınca, Soğuk savaş döneminde Stalin tarafından; Marshall Planı' na tepki olarak Batı Komünizmi' ne hedef olacak şekilde "Kominform" adında merkez yarattı. Bu merkezin Sovyetleri işaret etmesi nedeniyle, hedefte olan ülkeler Kominform' dakilere "Sovyet Beslemesi", "İdealist tipler yuvası" olarak nitelendiriliyordu.
1918 - 1929 YILLARI ARASINDA: EKONOMİK - SİYASİ VE SOSYAL DEĞİŞİMLER

Birinci Dünya Savaşı; Avrupa' nın, sanayi ve kültür merkezlerini tahrip etmişti. Savaş sonrası dönemde 19. yüzyılın ekonomik olarak gelişmiş ülkeleri büyük bir yara aldılar. Milliyetçilik akımlarının Türkiye' den Rusya' ya, doğudan batıya geniş bir alanda etkisini göstermeye başlayıp; bağımsızlık ve sömürgecilikten kurtulma hareketlerinin tüm dünya ülkelerine yayılmaya başladığı bir dönemdi.

Savaşı izleyen yıllarda başlayan ekonomik durgunluk, beraberinde kriz ve belirsizlik ortamını meydana getirdi. Ancak krizin nasıl giderileceği konusunda kimsenin sistematik bir bilgi ve açıklaması yoktu. Çünkü, klasik iktisadın en önemli gücü olan "görünmez el", ekonomiyi dengeye getirememiş Say' ın "Her arz kendi talebini yaratır" felsefesi geçerliliğini yitirmişti. İktisatçılar, ekonomik dalgalanmalara, 19. yüzyıldan beri alışık olması nedeniyle bu sorunun "görünmez el" tarafından tekrar dengeye geleceği düşünüyordu.

1. Dünya Savaşı gerçekte bir Avrupa savaşıydı fakat yıkıcı karakteri Avrupa' nın siyasi, ekonomik ve kültürel egemenliğinin sonunu getirmişti. Nitekim savaşın sonucunu da Amerika' nın müdahalesi belirlemişti. Birinci Dünya Savaşı, Amerika Birleşik Devletleri' ni dünyanın en büyük gücü haline getirmekle kalmamış, aynı zamanda tüm dünyanın en alacaklı ülkesi konumuna da getirmişti.

Birinci Dünya Savaşı bittiğinde, galipler kendi yeni dünya düzenlerini kurmak üzere harekete geçtiler ve yenilmiş devletler üzerinde gerek topraklarını parçalayarak, gerek yeni devletler kurarak ve bunu da barış antlaşmalarına dikte ettirerek gerçekleştirmeye çalıştılar.

Savaş sonunda, dış politikada yalnızlaşan 3 ülke vardı: Almanya, Rusya ve Türkiye. Marksist Sovyetler Birliği, Kemalist Türkiye Cumhuriyeti ve imparatorluktan çıkmış ama hala imparatorluk sıfatını kullanan Alman (Weimar) Cumhuriyeti; siyasi rejimleri birbirinden tamamen farklı olmasına rağmen bu tecrit politikası sonucunda yeni uluslararası ilişkiler düzeninin kalbi, beyni olması hedeflenen Milletler Cemiyeti’ nin dışında bırakılmıştı. İki ülke de yenilmiş olsa da; Almanya, Türkiye’ den daha kötü durumdaydı. Çünkü, en az Sevr kadar zalim bir barış antlaşmasını, Versailles’ ı imzalamak zorunda kalmıştı ve hiçbir şey yapamayarak hareketsiz bırakan bir sistemi istemeden kabullenmişti. Hatta, Versailles Antlaşması’ nda Almanya’ nın taahhütlerinden biri, Osmanlı Devleti ile, yeni adıyla Türkiye ile bir daha diplomatik ve siyasi ilişki kurmamaktı.

Büyük Buhran öncesinde uzun ve kısa dalgalanmalar, iktisatçılar tarafından kabul edilmekteydi. Çünkü, bu dalgaların fırsatlar ve sorunlar yaratabileceği, refaha ya da iflasa yol açabileceği kabul edilmekteydi. Almanlar, yüksek faiz oranları ve dış borçlar nedeniyle savunmasızdılar. Sosyalistler, dalgalanmaların sadece Almanya' da olmadığını; tüm gelişmiş ekonomilerde olduğunu, bu dalgalanmaların kapitalizmin bir sonucu olduğunu ve bu sürecin ekonomik sistemin varlığını da tehdit edeceğini ileri sürmekteydi.

1876 Sanayi Devrimi’ nden itibaren dünya ekonomi tarihi; teknolojik ilerleme, dengesiz ekonomik büyümenin ve giderek artan küreselleşmenin kaynağı oldu. Her gelişim, dünya çapında işbölümünün giderek yayılmasına neden oldu. Teknik ilerleme, dünya savaşlarını da dönüştürerek felaketler çağı olarak belirtilen 1914 ve 1945 arasında ekonomik, sosyal ve siyasi alanda dünya dengelerini sarsmaya kadar süregeldi. Dış şoklar ve Birinci Dünya Savaşı' nın sonucunda oluşan dış borç ve savaş tazminatları, Orta Avrupa' yı Faşizme hazırlamaktaydı.

Ocak 1919' da toplanan Paris Barış Konferansı' na katılan devletler 4 grup halindeydi:
1- 1. Dünya Savaşı' nda müttefik olan devletler (Abd, ingiltere, Fransa, İtalya, Japonya)
2- 1. Dünya Savaşı' na müttefiklerin yanında yer almış yada yardımcı olmuş devletler (Belçika, Yunanistan...)
3- Savaş açmamış devletler (Uruguay)
4- Tarafsız kalan devletler.
Bu konferansa mağlup devletler davet edilmemişti.
SOVYET HÜKÜMETİ, DÜNYA SİYASETİNE GİRİŞ

1922' de düzenlenen Cenova Konferansı' nda, ekonomik boyutlu tartışmalar için bulunan yapıda, Sovyet Delegasyonu, şaşkınlık verici bir diplomatik girişimde bulunarak: "Tüm ülkelerin, silahlı güçlerinde indirime gidilmesi" yönünde ilginç bir öneride bulunmuştur. Öneri kabul görmeyince, Finlandiya, Estonya, Letonya ve Polonya' yı içeren "Bölgesel Silahsızlanma" konusunda nota vermiştir.

1920' li yıllarda, Sovyet Rusya, sosyalist sistemin; tüm gelişmiş ülkelerde olacağından emin olduğu için, rejim değişikliğinin silahsız olmasını, sendikal faaliyetler ve işçi hareketleri ile oluşmasını öngörüyordu. Fransa ve İtalya' da işçi hareketlerinin önündeki engel, askeri güçtü. Bu durumu değiştirebilmek için, uluslararası arena da silahsızlanmayı istiyordu.

1925' de Locarno Anlaşması' nı imzalayan ve Milletler Cemiyeti' ne giren Almanya, Sovyet Rusya' nın rahatsız edici bir şaşkınlığına neden oldu. Rusya' dan sonra, en büyük sosyalist parti Almanya' daydı. Savaşın en büyük mağduru olan bir devletin, düzenin koruyucusu olarak görülen örgüte girmesi; Almanya' daki milliyetçiliği körükledi ve Hitler' in güçlenmesini sağladı.

1929 - 1945 ARASI, SİYASİ DEĞİŞİMLER

Büyük Buhran, sanayileşmiş ülkelerde yaşayan insanların büyük kısmı için kitlesel işsizliğe neden olurken, ilgili ülkelerde alınacak siyasi ve ekonomik kararlar üzerinde büyük ve yaralayıcı etkiler meydana getirdi. Kriz döneminin başında, 1929 - 1932 arasında; dünya ticareti, krizin yarattığı olumsuz gelişmelere bağlı olarak, bu dönemde %60 düzeyinde geriledi.

Büyük Ekonomik Buhran sonrasında, İngiltere ve Fransa kendi sömürgelerinin hammadde ve Pazar potansiyellerine yüklenerek krizi atlatmaya çalıştılar. Oysa, Versay Anlaşması' nın öngördüğü ulusal sınırlara sıkışıp kalan Almanya ve İtalya' nın sermayenin yeniden üretimini sağlayacak olanakları yoktu. İlk savaştan yenik çıkan ülkeler, yayılmacı ve saldırgan politikalara yöneldi. 1933' te Nazilerin iktidara gelmesiyle izlenen "Alman ırkı için Lebensraum" (yaşam alanı) talebini resmi politika haline getirmesi de tehdidi güncel kılıyordu.

İngiltere, Almanya' nın kendisine saldırmasını engellemek için "yatıştırma" (Almanya' ya bazı tavizler veriyor) ve "yöneltme" (Almanları, SSCB' ye saldırmakla serbest bırakıyor) politikaları uyguluyordu. Bu politikayı daha da ileri götürerek: İngiltere ve ABD, yanlarına Fransa' yı da alarak, 1932' de Almanya' nın silahlanma harcamalarını arttırmasını sağlayan bir uzlaşmaya vardılar. 1939' da Nazilerin Polonya' ya girmesiyle 2. Dünya Savaşı başladı. İlginç olan; 2. Dünya Savaşı başladığında, hiçbir üye devlet, bu durumu Milletler Cemiyeti' ne bildirmedi. Hemen Almanya' ya savaş ilan eden İngiltere ve Fransa ise 7 ay boyunca hiçbir çatışmaya girmedi.

Büyük Buhran' ın yarattığı sarsıntı, 1917 yılında Bolşevik ihtilali ile kapitalizmden gürültülü biçimde ayrılan Sovyetler Birliği' nin bu krizden etkilenmediğini de gözler önüne sermişti. Bilindiği üzere, 1929 - 1936 arasında dünyanın büyük kısmı, özellikle liberal batı kapitalizmi, büyük bir durgunluk içindeyken; Sovyet Sanayii üç kat büyümüştü. Bunun yanında ülkede işsizlik de yok denilecek düzeye gerilemişti.
SENDİKAL GELİŞMELER

Buharın bulunması ve makineleşme; üretimin verimliliğini artırırken, büyük fabrikaların kurulmasını beraberinde getirdi. Çok sayıda işçi, tarımdan koparak fabrikalarda çalışmaya başladı bu dönemde. Kapitalizm geliştikçe fabrikalar kuruluyordu. Bu, aynı zamanda işçilerin sayısının artması demekti. Kapitalistler, daha da büyüyebilmek ve gelişebilmek için, işçileri mümkün olduğu kadar düşük maliyetle çalıştırmak istiyordu. İş bulmak büyük bir nimetti. İşçi çok, iş alanı azdı. Bu durum işçi ücretlerinin olabildiğince düşürülmesine yol açıyordu. Üstelik, makinelerde çalışmak eskisi gibi hüner ve kol gücü gerektirmediğinden, daha ucuza çalıştıkları için çocuklar ve kadınlar tercih ediliyordu. İşçiler yavaş yavaş sınıf bilinci kazanarak, ortak davranma eğilimi içine girdiler.

İlk işçi örgütlenmeleri, işverenlerin ve devletin baskılarıyla karşılaştıklarından gizlice
kuruluyor, faaliyetlerini de gizlice yürütüyorlardı. Çıkarılan yasalarla sendikalar yasaklanmaya ve faaliyetleri durdurulmaya çalışılıyordu. Eski tip sömürgeciliğin yerini yeni tip sömürgecilik almıştı. Emperyalist tekeller arasındaki bu çekişme yüzünden 1. Dünya Savaşı patlak vermişti. Savaşın nedeni dünya pazarlarının paylaşılmasıydı.

1910 yılında dünyada 3 milyon işçi, sendikal örgütlülük içinde yer alıyordu. Sendikalar, savaşa karşı çıkıyorlardı ve savaşın dünyanın pay edilmesi olduğunu savunuyorlardı.

I. Dünya Savaşı’ nın son yıllarında; Rusya’ da, isçi sınıfının iktidara gelmesi 20. yüzyıla damgasını vuran en önemli siyasal - toplumsal gelişme oldu. 1917 Ekim Devrimi ile Rusya’ da dünyanın ilk sosyalist devleti kuruldu.

EKİM DEVRİMİ SONRASI GELİŞMELER

1918 yılında I. Dünya Savaşı sonrasında kapitalizm yeni bir gelişme gösterdi. Adına "Fordizm" denilen bant sistemlerinin kullanılmasıyla sömürüyü artırmanın yeni yolları hayata geçirilmeye başlandı.

Dünyada işçi sınıfının tarihi vazifesi doktrini, Moskova tarafından koordine edilen "Komünist Dünya" düşüncesini haklı gösterme formülü olarak düşünüldü. Bu doktrin ile; Komünist Partiler, Sovyet idaresinin yardımcı organları değilmiş de, tersine işçi sınıfının görevlerini gerçekleştirmek için var olduklarını göstermek için kurgulandı.

Lenin: "Proletarya' nın mutlak merkezileştirilmesi ve sıkı şekilde idare edilmesi, Avrupa' daki burjuvaziyi yenmek için esas şartlardan biri" söylemini hatırlatarak 1917' deki konuşmasında "Marksizm işçi partisini eğiterek, proletaryanın öncülerini yetiştirmektedir. Bunlar yeni düzeni sevk ve idare etmeye, bütün emekçilerin önderleri olmaya muktedirler" cümlesi ile Rusya' nın Aksiyon Birliği İlkesi' ni hayata geçirdiğini göstermekteydi. 1921' de Komünist Enternasyonel' in (Dünya Komünist Partileri Birliği) 3. kongresinde "İşçi Güç Birliği" politikasını da ilan etti. 1920 yılında, dünyada sendikalara üye işçi sayısı 50 milyonu bulmuştu.

1929' da batı ülkelerinde büyük bir ekonomik bunalım başladı. İşsizlerin sayısı olağanüstü büyüdü. 1930’ lu yılların sonuna doğru dünya hızla yeni bir savaşın eşiğine geldi. 1939’ da 2. Dünya Savaşı başladı. 2. Dünya Savaşı’ nın çıkış nedeni birincisiyle aynıydı.

Savaş bittiği ve 1945 yılına gelindiğinde dünyada 64 milyon işçi sendikalarda örgütlüydü. Ünlü Marshall Planı bu dönemde devreye sokuldu. ABD, Marshall Planı ile Kıta Avrupası’ nın savaş sonrasında ekonomisinin yeniden yapılanmasını sağlayarak, kendi egemenliğini pekiştirmeyi amaçlamaktaydı. Ancak, sendikalar Marshall Planı’ nın bir emperyalist politika olduğunu ve Sovyetler Birliği' nin varlığına yönelik bir saldırı içeriği taşıdığını ileri sürerek, plana karşı tavır aldılar.

Sovyet İdeolojisinin, her milletin kendi devletini kurabilmesi gerektiği iddiası; "milli - demokratik güçbirliği" gayesinin temelini oluşturmaktaydı. Milliyetçi söylemleri, sovyet ideolojisinin nüfuz alanına dahil edilebilecek, Avrupadaki devletleri küçük devletlere dönüşmesi için uygulamaya konmuştu. "Milli - Demokratik Güçbirliği", bu maksatla; "Halk Demokrasisi" nin bir önceki aşaması olarak düşünülmüştü.

Lenin, 1920' de sömürge devletlerin proletaryasının yardımıyla sovyet düzenine ulaştırma politikası güttüğünü alenen bildirmişti. 2. Dünya Savaşı' ndan sonraki Sovyet İdeolojisi de aynı oldu. 2. Dünya Savaşı sonrasında ilan edilen "Sosyalist İhtilal Doktrini", daha önce öne sürülen tüm tezlerin birleşimidir. "Dünya İşçi Sınıfının Tarihi Vazifesi", "Aksiyon Birliği" ve "Demokratik Birlik" komünist gayesi olan sosyalist ihtilalin hazırlanmasına yarayan doktrinlerdi.

Sosyalist İktidar Doktrini, gelişmiş kapitalist ülkelerde (ABD, İngiltere, Fransa, Federal Almanya, İtalya...) halkı ihtilale sevketmek için, o ülkelerde bulunan komünist partilerin izlemesi gereken stratejik ve taktik üzerine direktif vermekteydi. Ayrıca, bu ülkelerde; önce "Milli İhtilal" olması, uygun şartlar oluştuktan sonra da "Sosyalist ihtilal" tasavvurunda bulunmaktaydı. Bu durumu destekler konuşmalarda bulunan Lenin,
Şubat 1918: "Avrupa' ya sosyalist ihtilalin geleceğinden şüphe yoktur. Bu kanaate, ilmi tahmin sonucu varmaktayız.",
Mart 1918: "Rus ihtilalinin en büyük zorluğu: Milletlerarası sorunları çözme gerekliliği, dar milli olan ihtilalimizen dünya ihtilaline geçiş sağlama gereği... Bu zorluklardan kurtuluşumuz, bütün avrupa' da yapılacak ihtilale bağlıdır",
Ağustos 1918: "Batı Avrupa' da ihtilal arzusunun taşkınlıklarını oluştuğunu görülüyor ki, milletler işçi hareketinin zaferinin yaklaştığını gösteriyor",
Mart 1919: "3. Enternasyonel' in kuruluşu, Milletlerarası Sovyet Cumhuriyeti' nin, komünizmin dünya zaferinin ilk merhalesidir. Dünyayı kuşatan Federatif Sovyet Cumhuriyetinin kurulduğunu göreceğiz" demiştir.

Lenin' in ölümünden 15 ay sonra (Nisan 1925) Stalin, şu beyanda bulundu: "Avrupa' nın işçi sınıfı, Sovyetler Birliği' nin kendi çocuğu olarak telakki etmeli ve Sovyet Devleti' ni savunmakla mükellef görmelidir". Bunun neticesinde, dünya menfaatleri, sovyet dış siyaseti menfaatlerine dahil edilmiştir. Bu söylem ile, bir kişinin ihtilalci olup olmaması, yalnızca Sovyetler Birliği' ne olan tutumuna bağlıyordu. Zira, Sovyetlerin dünyadaki sosyalizmin kurucu devleti olduğunu belirtiyordu. Bu politika, ileride meyvesini vererek; Almanya' da Nasyonal Sosyalistler iktidar olarak, 1935' te Fransa' da ve 1936 - 39 yılları arasında da İspanya' da "Halk Cephesi" faaliyetleriyle sonuçlandıracaktı. Ayrıca, 2. Dünya Savaşı yıllarında, "Faşizme Karşı Direnme Hareketi" sloganıyla milli birlik arayışına girişildi. Bu politika: Bulgaristan' da (1942) "Vatan Cephesi", Romanya' da (1944) "Milli - Demokratik Cephe", Macaristan' da (1944) "Milli Bağımsızlık cephesi" ve Çekoslavakya' da (1945) "Milli Cephe" nin kurulması sağlandı.

PAN - SLAVİST ETKİNLİKLER

Bölgesel güç kavramı, uluslararası ilişkilerin en bıçak sırtı konularından birisidir. Aktör devletin, bölge dediği alanın görünmez sınırları sürekli değişebilir. Farklı güç dengesini kullanmasına imkan tanır. Bu bağlamda Rusya:
1912 - 13 Balkan Savaşları sonunda, Osmanlı' nın balkanlardaki topraklarının büyük kısmını Bulgaristan ve Sırbistan' ın eline geçti. 1. Dünya Savaşı sonunda Avusturya' nın parçalanması Güney Slavlarını bağımsız yaptı. Çekoslavakya' nın oluşumu sağlandı.

1. Dünya Savaşı' nda Rusya' nın müttefiki olan İngiltere ve Fransa açısından, 1917' de Çarlık Rejiminin son bulup ihtilalin olması önemsizdi. Rusya savaşa devam ettiği sürece iktidarda kimin olduğu önemli değildi... Rusya' nın rejim ihraç etmeye başlar bir koşula gelmesi sonrasında, müttefiklerin politik bakışları da değişti.

Sömürgeci devlet, koruma altına aldığı devletin uluslararası kişiliğinin korunmasını varsayar; onu hukuki olarak ilhak etmez. Koruma altındaki devletin hükümetinin varlığı devam eder ama sömürgeci devlet ile koruma altındaki devlet arasındaki hiyerarşi yetkisinden yararlanarak; küçük devletin uluslararası haklarından yararlanır. Sömürgecilik faaliyetinin 2. Dünya Savaşı sonrasında bitmesiyle birlikte, dünyanın bir bölgesinde liderliğe heveslenen devletler, bu politikayı gütmeye başladılar.

Rusya ve Almanya' nın da savaşta kaybetmeleri sonucunda Polonya yeniden doğdu. Tüm bu gelişmeler, pekçok bağımsız slav ülkesi ortaya çıkmasına rağmen, ağabeylik yapabilcek tek büyük olan Rusya' nın Komünist Rejim' de olmasından ötürü, siyasi liderlikten yoksun bıraktırmıştı. Ancak, Hitler' in 1938' de Çekoslavakya ve Polonya' ya saldırması, sonrasında da Balkanlar' a inmesi Rusya için fırsat oldu. Slavları düşman karşısında birleştirme politikası etkili olarak 1941' de 1. Slav Kongresi toplandı. Pan - Slav hareketi' ni, Rusya bünyesinde toplamayı başarmıştı. 1945' te Yugoslavya hariç, tüm slav ülkeleri Alman İşgalinden kurtarıldı, Rus nüfus alanına girdi.

SİYASİ İDEOOJİLER VE POLİTİKA

Tarih boyunca, ortaya çıkan güç aktörleri; öncesinde iç içe geçmiş pek çok siyasal ve tarihsel gelişmenin süreci içinde ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla, günümüz güç aktörleri üzerine bir analiz yapmak, bu tarihsel gelişimin arka planındaki vücut bulan ideoloji ve teorinin kökleri ile işe başlamak gerekmekteydi. İdeoloji, modern dünyanın siyasal tecrübesinin ayrılmaz parçasıdır; dünyanın anlaşılmasını sağlar.

Siyasal ideolojilerin izleri, modern devletin ortaya çıkışı ile aynı zamandaydı. Modernleşme süreci; sosyal, siyasal ve kültürel boyutlara sahipti. Sosyal açıdan modernleşme; yeni sosyal sınıfların yer aldığı ve piyasa yönelimli anlayışla bağlantılıdır.

Modern toplumlar, sanayileşme ve sınıf dayanışması üzerine kurulmuştu. 19. yy başından beri yayılarak yerleşen liberal temsili hükümet modeli, İmmanuel Wallerstein' e göre; zaman içerisinde yerini yeni bir modele bırakacaktır. Liberal düşüncenin temelinde; "insanın mükemmel olduğu, mükemmelliğin gelişmesi için demokrasi'nin gerekliliği" düşüncesi yatmaktaydı. Liberaller, uluslararası ilişkilerin aktörleri arasında, ulus devletin yanında çok uluslu şirketler de olduğunu ifade etmektedir. Liberallere göre; devletin egemenliği, sadece teorik boyuttadır.

REALİZM VE SAVAŞ KAVRAMI

Klasik hukukta (Realizm) savaş, hukuksal sonuç doğuran bir uluslararası ilişkiler aracıydı. Fetih, toprak egemenliğinin kazanılması temeline dayanıyordu. Realist düşünceye göre; savaş, kuvvetin hakemliğine başvurmak olarak değerlendiriliyordu. Savaş Hukuku' nda tek ölçü, savaşa neden olan eylemin meşru olup olmamasıydı.

Briand Kellog Paktı, devletlerin savaşa başvurmalarını kınıyordu ve uluslararası politika aracı olmaktan çıkarıyordu. Ama devletler, silahları bıraktıklarında, söz dinlemeyen devleti, hukuka mecbur etmek için kim zor kullanacaktı?

1907' de, La Haye Barış Konferansı 26 ülkenin imzalı katılımı ile yapıldı. Araya giren Balkan Savaşları ve 1. Dünya Savaşı ile süreç işlemeden kesintiye uğradı. Süreç, 1920' de; idealist Teori kaynaklı Milletler Cemiyeti' nin kurulmasıyla tekrar başladı. Ortak Güvenlik Sistemi oluşturmak için MC, "saldırı ve savaş" ın hukuksal tanımlandırmaya çalıştı (Deniz Silahları - Washington, 1927; Biyolojik Silahlar, 1936; Londra Anlaşmaları; Cenevre Protokoli, 1925) ancak, 2. Dünya Savaşı hem Milletler Cemiyeti' ni hemde silahsızlanmayı kadük durumuna soktu.

Devletlerin savaş dışında kalma hallerine tarafsızlık denilmektedir. Tarafsız devlet, hiçbir askeri oluşumun ve ittifakın içinde yer almaz. Tarafsızlık, devletin ekonomik ve ideolojik bakımdan tercihini ifade etmez. Tarafsız devlet, AB üyesi, DTÖ üyesi, Unesco üyesi olabilir; ancak Nato yada BAB üyesi olamaz. Bu tür örgütler, askeri ve stratejik tercihlere dayanır. Üyeleri taraftır.

Abd, 1. Dünya Savaşı sonrasında kurulan Milletler Cemiyeti' ne girmeyerek 1932 - 1941 arasında tarafsızlık ilan etmiştir. Soğuk Savaş ile birlikte, daimi tarafsızlık da değişmiştir. Daimi tarafsız ülkeler olan İsveç, Avusturya, Finlandiya; Ab' ye tam üye olmuş ama AB' nin ortak güvenlik sistemine tam üye değiller. Bununla birlikte, Nato' nun Uluslararası Barış Güçleri' ne asker göndermiştir. Değişen koşullara göre sistemler de değişmiştir (Ör: İsviçre, 1920' ye kadar mutlak bağımsız, 1920 - 1938 arasında farklılaşmış tarafsız, 1938- 1990 yılları arasında mutlak tarafsız ve 1990 sonrasında aktif tarafsız olmuştur). Bu örneklerden: Devlet, kendisi istediği zaman ve koşullarda; çevresini istikrarsızlığa çekebilmektedir. 2. Dünya Savaşı sonrasında SSCB' nin de nükleer güç olduğunun ortaya çıkmasıyla, güçler dengesinin ancak nükleer eşitlik temelinde sağlanabileceği anlaşıldı (Realist Politika).

Birinci Dünya Savaşı’ nın külleri arasından doğmuş olan Milletler Cemiyeti’ nin uluslararası barış ve güvenliği sağlamada başarısız kalması ve İkinci Dünya Savaşı’ nın çıkmasını önleyememesi, savaş sonrasında uluslararası örgütlenmede daha kapsamlı ve etkin bir örgüt arayışına yol açtı. Geçmişten alınan dersler ışığında, evrensel bir örgütün kurulması için henüz savaş sona ermeden çalışmalara başlandı. Bu hazırlıkların sonunda 26 Haziran 1945’ te San Fransisco’ da imzalanan BM örgütünün amacı: “Barışı koruma” (peacekeeping) olsa da; bu kavram BM' nin 1945’ te kurulurken örgütün Anayasası’ na girmiş bir kavram değildi. "Barışı koruma" kavramı ve uygulamaları sonraki yıllarda BM Anayasası’ nda öngörülen kollektif güvenlik sisteminin tam anlamıyla işleyememesinin bir sonucu olarak, ortaya çıkan boşluğu doldurmak üzere yine bu evrensel örgüt tarafından oluşturulan bir mekanizma olarak doğmuş ve gelişmişti. Milletler Cemiyeti' nin İkinci Dünya Savaşı' na engel olamamasının haricinde, oluşan yeni güçlere karşı, diğer devletlerin ulusal sınırlarını koruyucu bir güç de olamamıştır. Netice olarak, Milletler Cemiyeti yerine Amerikayı, Sovyetlere karşı; Durdurma Politikası (containment) takibine götürmüştü.

GÜVENLİK KAVRAMI

Soğuk savaş sona erene kadar güvenlik kavramı ihmal edilmiş bir kavramdı. Emma Rothschild, güvenlik kavramının ihmal nedeni olarak: "Geçilen 50 yıl boyunca; sivil özgürlüklerin askıya alınması, savaşlar, kaynak tahsisinde kamuyu haklılaştırmak için kullanılmıştır" demiştir.
Barry Buzan ise, ihmal nedeni olarak:
"1- Kavramın zorluğu,
2- Güvenlik kavramı, güç kavramı ile kesiştiğinde değer bulduğunu,
3- Realizm' in güvenlik konusunu pek dikkate almadığını,
4- Politikacıların ulusal güvenlik olgusunun muğlaklığının yararlı olduğunu düşünmesi"
olarak ifade etmiştir.

Soğuk savaş boyunca, güvenlik boyutunun değerlendirilmesi ve politika belirlenmesi, devletin askeri boyutu ile açıklandı. Askeri kuvvetle ilgili olmayan konuları ise; ikincil politika (Low Politics) kategorisine yerleştirildi.

W. Gallie, güvenlik kavramını: "Belli değere sahip, bir takım başarıları ifade için değerli" olarak tanımlar. Bu kavramı açıklamak için Gallie: "Şampiyonaya kazanmak, nasıl tüm takımların hedefiyse; aynı şekilde güvenlik de devletin sahip olabileceği en önemli amaçtır. Takımlar şampiyon olabilmek için; devletler de güvenlik için rekabet etmektedir." demektedir.

Özet olarak,
Güvenlik kavramı: Özünde karmaşık ve çok çeşitlidir. Devletler, askeri saldırı tehditine karşı caydırma politikaları geliştirmektedir. Nasıl ki; devletler deprem tehditine karşı inşaat kanunlarını kabul etmektedir. Bu kanunlar sonucunda deprem ihtimali azalmaz ama değerlere yönelik zarar ihtimalini azaltır. Böylece, tehditlerin varlığı ya da yokluğu üzerine değil, değerlerin korunması üzerine odaklanır.

Hangi değerler için güvenlik?
Abd Eski Savunma Bakanı H. Brown, güvenlik kavramına; "dünyayla makul şartlarda, ekonomik ilişkiler" kavramını da dahil edebilmiştir. Nelerin güvenlik kavramına dahil edileceği bir karmaşaya neden olmaktadır. Bernard Brodie: "Ulusal güvenlik sınırlandırılamayan bir durumdur. Ya güvenlik vardır; ya da yoktur. Kısmen güvenlik diye bir durum olamaz" demiştir.

Hangi tehditlere karşı güvenlik?
Soğuk Savaş boyunca, ulusal güvenliğe karşı olan "Komünist tehdit" e karşı yapılan belirsiz atıflarda bahsedilen; ideolojik tehditler mi, ekonomik tehditler mi, askeri tehditler mi yoksa hepsi mi olduğu açıkça ortaya konmamıştır.

Boldwin, tehdit kavramını: "Bir tarafın talepleri karşılanmadığı takdirde, karşı tarafı cezalandırma eylemleri" olarak ifadelendirir. Ayrıca, Theory Woltz: "Anarşi ortamında, güvenlik en ulu amaçtır. Ancak, güvenlik garantilenirse, devletler; 'güç ve kazanç' gibi diğer amaçlara ulaşmaya çalışır." demiştir.

Kuvvete başvurmanın meşruluğu?
Savaş, devletin devletle olan uluslararası ilişkisidir; ama her devlet, kendi müdahelesinin meşruluğunu savunur. Devletlerarası düzenin en belirgin iki zaafı vardır: Düzen içerisinde, hukuka uygun olanla aykırı olanı belirleyecek yargıç olmadığı gibi; hukuk dışı eylemlere son verecek polis kuvveti de yoktur. Her devlet, kendi davasının yargıcıdır.

SONUÇ

Birinci Dünya Savaşı sonrasındaki dönemde dünya ekonomisinin savaş yıkıntıları ve yaraları sarıldıktan sonra tekrar eski ekonomik ivmesine döneceği ve bu noktadan gelişme trendine devam edeceği beklenmekteydi. Ancak belirtilen varsayım ve sonuçları gerçekleşmedi. Aksine bu dönem İkinci Dünya Savaşı’ nın alt yapısını oluşturacak siyasi ve sosyal gelişmelerin olduğu bir dönemdi. Bu dönemdeki ekonomik gelişmelerin (özellikle Avrupa, Kuzey Amerika ve Doğu Bloku Ülkelerinde) savaş ekonomisi ağırlıklı olduğu görülmekteydi. Bu nedenledir ki, iki savaş arası dönem ve özellikle 1929 Buhranı 20. yüzyıla yön verecek gelişmeleri bünyesinde barındırmaktaydı. Bu gelişmeler sonrasında, Sovyet Sistemi ciddi bir ekonomik rakip ve dünya kapitalizmine bir alternatif olarak belirmeye başladı.

Soğuk Savaş dönemi öncesinde tehdidin kaynağı ve niteliği bugünkü güvenlik ortamından farklıklar göstermekteydi. Zira tehdidin kaynağı “devlet” ve niteliği ise silahlardı. Ancak Soğuk Savaş’ ın sona ermesi ile birlikte uluslararası güvenlik ortamı hızla farklılaşmıştır.

İşçi sınıfının genel oy hakkını elde etmesiyle pek çok sendika siyasi parti kurma imkanını kullanarak parti kurdu. Bugünki avrupada bulunan birçok işçi partisi ve sosyal demokrat parti, o zamanki sendikalar tarafından kurulmuştu.

Rusya, Abd gibi kıta devletidir. Kıta devletlerinin dış politika özelliği, kıtaya egemen olacak stratejik politikalar oluşturmak veya kıtayı paylaşan devletleri nötralize edip böylece göreli bir güvenliğe kavuşana dek genişlemektir.

Dünya devrimi iddiasıyla harekete geçen sosyalistlerin Rusya' da iktidara gelmesiyle, bu devletin Avrupa kıtasına egemen olma tehlikesi belirdi. Batılı devletler, Bolşevik Hükümetini önce silah gücüyle devirmeye çalıştılar, ama Rus İç Savaşı' na müdahaleleri başarısızlıkla sonuçlandı. Amerikan Başkanı Wilson "tanımama" politikasıyla Sovyet Rejimi' ni izole ederek uzun sürede alaşağı etmenin olanaklı olduğunu düşünüyordu. Avrupa' nın büyük devletleri de bu yolu benimsemediler. Ancak, realist politikada sendikal yada işçi sınıfının devlet erkini tehdit edebileceği, özellikle uluslararası partileşmenin tehditlerini göremiyordu.

Hiç yorum yok: