Kanaat nedir?

Dindarlığın itibarını canlandırmaya çalışan matematikçi ve din adamı Blaise Pascal, "Allah var mı?" diye sorduğunda, çevresindeki insanların Allah' ın varlığına inanıp inanmadıklarına dair cevaplarını elde etmeye çalışmadığını açıklar. O, Allah' ın gerçekten var olup olmadığını bilmekle de ilgilenmemektedir; çünkü bu bil bilgi meselesinden ziyade, bir gönül meselesidir. Oysa, bugün benzer bir soru yöneltildiğinde; "kanaatler toplumu" haline gelmeye başlamış insanlar, "kanaatler" hakkında, görüşlerden etkilenerek fikir edinir. Pascal, insanın "düşünerek varolması" hali ile ilgilenmiş;

              "Bir demokraside kimse benim görüşlerimle ilgilenmezken, baskıcı (totaliter) bir toplumda her cümlem, siyaseten doğruculuk adına denetlenir. Yani, bizler totaliter toplumlarda; kanaatlerimiz, fikirlerimiz ile ciddiye alınırız. Bu nedenle, Slavoj Zizek' in belirttiği gibi; demokrasinin kendisi, totaliter olmaya gayret ediyordur" demiştir.
Nietzsche' nin "Tanrı öldü" ve Heidegger' in "Hala bir Tanrı' mız olabilir mi?" sorusunun yöneltildiği laikleşme sürecinde; dini ve dinsel hayatı irdelemek, yani "hakikat' e yönelmek" yerine "kanaat" leri dikkate almak sürecine dönüşmüştür.

Pascal, matematiksel olasılık temelinde sorduğu "Allah var mı?" sorusuna iki muhtemel yanıt söz konusudur: O' nun var olduğunu iddia etmek (inanan) veya o' nun var olmadığını savunmak (ateist)...
Pascal' a göre; matematiksel olasılık ile uyumlu olarak, hakikatın var olduğu iddia edilirse ve o varsa, bu iddiada bulunan insanın sonlu mevcudiyetini Allah' a adayarak kazanacağı bellidir. Eğer hakikatın var olduğu iddia edilirse ve o yoksa, sadece dünyada yaşam kazanılmış olacaktır. Dolayısıyla, hakikatin varlığını "var" yada "yok" şeklinde yorumu, insanın çıkarına olduğunu göstermektedir. Pascal' a göre Allah' a inanmak akıllıcadır, çünkü; eğer Allah mevcut değilse, o' na inanmakla kimse birşey kaybetmeyecek, fakat eğer o varsa ve inanmamakla her şeyi kaybedecektir. Pascal, kısaca şunu ifade eder: "Var ve inanırsak, sonsuzluğu kazanırız; yok olsa da inanırsak hiçbir şey kaybetmemiş olacağız"
KANAAT VE HAKİKAT
Nadina Gordimer, "kanaat" ve "hakikat" ayrımını yapmaktadır. Ona göre, başlangıçta "kelam" vardı. Daha sonra, kelam yani söz; nihai otorite, bazen tehlikeli olabilcek ikna gücüyle konuşabilme ile eş anlamlı hale geldi. Sözün geçirdiği dönüşüm: Sözün taş tablete kazınması, sesten gürüntüye aktarımı, duyulur olmaktan okunur gelip, harflere dönüşmesi ile  mümkün olmuştur. Yani, fikirlerin, kavramların ve seslerin "muhafız edilişi", kanaatlere yöneliktir. Pascal' dan farklı olarak Gordimer, kanaati "oy kullanma davranışı" denilen, toplumda siyasi sistemin; internet - tv gibi, kitle iletişim araçları kullanarak, sürekli değişiklik gösteren seçmen davranışlarını kontrol için kullanmaktadır.
Devlet olgusunun gücünün yansıması olarak eskiden beri kullanageldiği "sürgün" olgusunu, ölümden de beter en ağır ceza olduğunu Sokrat' ın; ölümü, "kaçmak" yerine tercih edişinden biliyoruz. Sokrat, sürgün edilmektense ölmeyi tercih etmişti. Siyasi sistem olan devlette "söz" ün mufazası veya sürgün edilişinin temel ayrımını "cemaat" (tabi olan) ile "sınır" belirlemektedir. "İdeal olan = hakikat", "sürgün = kanaat" olmuştur. 

Bu  düşüncenin karşıtı olarak vurgulanan "devlete karşı, toplum" düşüncesinde, deşifre edilmesi gereken tek şey iktidar ilişkileridir. Çünkü devlet, siyasi bir varlıktır.
KANAAT
Kanaat, insanı "düşüncesinin efendisi" ve "öznesi" ne, "bir grubun mensubu" na dönüştüren kavramdır. Kanaat, grup içi bir insandan dile getirilmiş olsa dahi, hiçbir şekilde bireysel kanaat olarak değerlendirilmez. Grup mensubu olduğu için "özne" haline dönüşmenin edimsel yoludur.
Marx: "Bir barakada, bir saraydakinden farklı düşünülür" önermesi, somut anlamıyla ideoloji' nin temel kaynağı olarak yorumlamaktadır. Düşünce, "evrensel" bir faaliyet midir? Düşünce, sadece bilinç' e indirgenecek olursa; "irade" kanaat olarak değerlendirilebilir mi? 
DÜŞÜNÜYORUM, O HALDE...
Descartes' ın "büyük günah" kavramını anlamak için, bilinçli varlığın "öznelliği", "beden - zihin" ikiliğine bakıyoruz. "Düşünmek" denilen eylem descartes' te: Spekülasyon vasıtasıyla, sanki; tanım yapma, kanaatte bulunma, kategorize etmek, bir fikir edinmiş havası yaratmaktı.

Düşünmek, insan bedenin dışındaki olgu ve olaylarla karşılaşması sonucu oluşan etkilenmeden başka birşey değildir. "Söylem" ve "iktidar" düşünce temelinde kurgulanır. Düşünmek, öznel olarak insan etkinliğine dönüştükçe, toplumsal yapı olan iktidar; onu engelleyip, bastıracaktır. Kanaat, burada devreye girerek; otorite (devlet) ile uzlaşan "cehalet" kitlelerine ihtiyaç duyacak, farklılıkları sezilemez kılacak bir kanaat yaratacaktır.

"Özgürlük, aşk ve adalet…
Özgürlük ve adalet olmadan tek başına aşk, asılsız bir sufiliktir. 
Hürriyetsiz, aşksız bir adalet; ahırdaki koyunlar gibi, sürü halinde yaşamaktır.
Adaletsiz ve aşksız özgürlük ise ayyaşlıktır." (Ali Şeriati)

Hiç yorum yok: