Meşrutiyet döneminin "Türkiye Anayasası" olgusuna katkısı

2. Meşrutiyet dönemi, Osmanlı Anayasacılığı' nın dönüm noktasıdır. On yıl süren bu zaman dilimi, Osmanlı Anayasacılığı' nın bitimini, Türk Anayasacılığı' nın başlangıcını belirtir. 1920' de kurulan "Türkiye Cumhuriyeti" ndeki anayasa anlayışına etkisi, önem taşımaktadır.
2. Meşrutiyette ilk defa, anayasacılık hareketlerinde "muhalefet" gruplarının rolü ön plana çıkmaktadır. Jön Türk muhalefeti, kitlesel özeliktedir. Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti ve anayasası ( 1921, Teşkilatı Esasiye Kanunu ) 1908' dekine oranla çok daha geniş tabanlı bir siyasal zeminde yer almıştır. Anayasa metninin hukuki niteliği bakımından, 2. Meşrutiyet; "ferman" tipinden "misak" modeline geçiştir. Yani anayasa yapımında tek irade kanalı ( padişah ) yerine, karşılıklı uzlaşı ( millet - padişah ) olgusu geçmiştir. Kurulan Türkiye Cumhuriyeti' nin anayasası ise ne "ferman", ne "misak" türüdür. 1920 sonrası yapılan tüm anayasalar, demokratik (millet egemenliği) modeldedir.
Egemenlik hakkı, 2. Meşrutiyet' te padişah ile millet arasında paylaşılmasına dayalıydı. “Mutlak egemenlik” temeline dayalı mutlak monarşiden ( 1876 öncesi ) sınırlı ya da anayasalı monarşiye geçiş 1909' da gerçekleşmiştir. “Ulus Devlet” anayasacılığı ise “egemenlik hakkının kayıtsız ve şartsız millete ait” olduğunu vurgulayacaktır. Bu değişim, ihtilalci karakterdedir, köklerini 2. Meşrutiyet' ten alır. 1909 döneminde, "hakimiyet - i milliye" kavramı ilk defa duyulmuştu.

Egemenliğin kullanılışı, 1909 ılına kadar “yasama” - “yürütme” ilişkilerinde, padişahın statüsü önemli bir yer edinmiştir. 1909 değişiklikleriyle, “yasama” ve “yürütme”; padişahtan bağımsızlaşma yoluna girmiştir. 1920 sonrası, egemenlik hakkı sadece kaynağı bakımından değil, kullanılışı bakımından da milletin ( TBMM ) elindedir.
Hükümet sistemi, anayasa hukukunda yasama - yürütme ilişkileri temelindedir. Anayasa tarihi “parlamenter rejim” (yumuşak kuvvetler ayrılığı) bu dönemin eseridir. Bugün, Türkiye' de “başkanlık” ya da “yarı başkanlık” rejimi arayışlarının hiçbir tarihsel arkaplanı yoktur, ama “parlamenter rejim” köklü bir geçmişe dayanmaktadır; 1909 tarihsel kırılması döneminin ürünüdür.

Temsili demokrasi kurumu olan Mecliste, Fesih ve tatil kararlarının sıklığı nedeniyle Monarşi ile seçilenler pek görev yapamadı. Savaş döneminde, halkın meclisten hesap sorabilirliğini asgari düzeyde tutmak için fesih ve tatiller Padişah için gerekliydi. Buna karşılık, kurtuluş savaşı dönemi Türkiye' sinin yönetici kadroları; yerel ve ulusal temsile ve meclis eksenli demokrasiye önem verdiler. Fesih ve tatil kararlarının olması diye bir durum yoktu. Meclisin sürekliliği için “istimrar ilkesi” geçerliydi. Bu fark, halktan başka dayanılacak gücün olmadığını gösteriyordu. Savaş yani vatanı savunma “haklı” olmanın yanında; “halklı” olmayı zorulu kılıyordu. O nedenle “kuvvetler birliği ilkesi” kullanılmıştı.

İdeolojik yaşam, savaş dönemi milliyetçiliğinde; Türkiye' yi, barışçı ve birleştirici temele oturtmuştu. Yeni kurulan Türkiye' de rejim partisiz bir başlangıç yaptıktan sonra ( 1920 – 1923 ) tek partili bir rejime evrilmiştir. Bu dönemin esas hedefi batı ile entegrasyon ve demokrasi idi.
SONUÇ
2. Meşrutiyet, ilerki atılımın mayalandığı bir laboratuvar olmuştur. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ve devrimleri buradan ivme almıştır. Aralarında hem farklılık hem de birbirini tamamlama olgusu vardır. Ama Cumhuriyet anayasası, önceki dönemin basit bir uzantısı değildir. Onu nitelikçe farklılaştıran, bir köklü değişmedir.

Hiç yorum yok: