Köklerine dönmek

17. asrın başlarında İngilizler çabuk ve çok zengin olabilmek için yeni bir yol buldular. Bu da şeker kamışı yetiştirerek şeker yapmaktı.

O güne kadar bol miktarda şeker imal etmek için bir sistem yoktu. Şeker pancarından şeker yapmak daha bilinmiyordu. Şeker kamışı yetiştirip bunu çiğneyerek, çıkan sıvıyı bir şekilde şekere dönüştürmek biliniyordu...
Şeker çok az bulunan ve kıymetli bir nesne idi.
İngiliz zenginleri, sıcak ve yağmurlu iklimlerde bol yetişen şeker kamışı için Karaip denizindeki Barbados Adası' nı seçtiler. Burası hem boş idi hem de iklimi bu mahsul için çok uygundu. Tek problem kamışın yetişmesinden, kesilmesine, fabrikaya götürülüp işlenmesine kadar hem sürat hem de çok adam icap ettiren bu iş için lazım gelen insanların orada olmaması idi.
Bunun da çaresi bulundu. Afrika' da asırlardan beri "insan" satılıyordu.
İngiliz tüccarlar satın aldıkları gemiler dolusu köleyi Barbados' a naklettiler. Seneler boyunca kadın, erkek, çocuk demeden dört milyon civarında zenci köle, beyazların şeker kamışı veya pamuk tarlalarında çalıştırılmak üzere Karaip Adalarına, Güney Amerika' ya ve bugün ABD dediğimiz yere getirildiler.
Buraya getirilen insanların çektiği eziyeti, bazılarının tuttuğu hatıra defterlerinden veya çiftlik sahiplerinin notlarından öğreniyoruz. "Kırbaçlanan köle, kırbaçlandıktan sonra efendisinin önünde diz çöküp teşekkür etmeye" mecburdu. Kızların, kadınların ve çoğu zaman çocukların devamlı tecavüze uğradıklarını da biliniyordu.

24 saat boyunca ayakları zincirli, devamlı insanlık dışı muameleye tabi olan bu zavallıların tek kurtuluşu ölüm idi. Zaten o yüzden, zencilerin cenaze törenleri çok neşeli oluyordu ve müzik çalınıyordu.
Köleler öldükleri zaman ruhlarının Afrika' ya döneceğine inanıyordu. Ama bunun için bir şey lazımdı. "Ana kıtadan getirilmiş" bir şey. Bu bir dal parçası, bir diş, bir kemik, kurumuş bir yaprak, bir metal parçası veya bir paçavra bile olabilirdi. Bu saklayarak getirdikleri hatıralar, onların ruhunu Afrika' ya döndürecekti. Arkadaşları da, kurtulan (ölen) köle için dans ederler, şarkı söylerler ve müzik çalarlardı. Bu adet, hala devam eder. Amerika' nın birçok yerinde zenci cenazeleri, müzik refakatinde defnedilir.
PAPAZI DÖVDÜRTMEYECEKTİK!
Biri Türk, biri Kürt, diğeri de Ermeni olan üç arkadaş bir yaz günü yaya olarak yolculuk yapmak zorunda kalıyorlar. Ermeni olan aynı zamanda da papaz.

Sıcak, bir süre sonra yolda susuyorlar. Etrafta su yok.
Bağların olgun zamanı.

"İki salkım üzüm yiyelim de ağzımız ıslansın" diye bir bağa giriyorlar.
Bağın sahibi ortalarda yok..

Yemeye başladıkları sırada bağın sahibi gelir...
Bakar, üç kişi üzümünü yiyor...
Fena bozulur ama üç kişiyle de başa çıkamayacağını düşünür.

Birine bakmış, kıyafetinden Ermeni ve papaz olduğu belli.
Diğerine bakmış, konuşmasından Kürt olduğunu anlamış.
Üçüncüsü de Türk.
Döner Ermeni' ye "Bak bu adam Türk, yesin malımı. Benim kanımdandır. Helali hoş olsun. Bu da Kürt' tür, din kardeşimdir. Sen niye yiyorsun benim üzümü mü?" der.
Bu laf, Türk ile Kürt' ün hoşuna giter.
Bağcı, papazı bir güzel döver.

Kıpırdayacak hal bırakmayarak yere uzatır Ermeni' yi.
Bağ sahibi biraz sonra Kürt' e döner.
"Müslümansın da niye sahipsiz bağa giriyorsun. Bu adam benim kanımdan, yediyse afiyet olsun, Çünkü o Türk' tür. Kardeşimdir" diyerek bir güzel onu da döver ve yere uzatır...
Bu durum Türk' ün hoşuna giter.
Biraz sonra Türk' e döner ve "Tamam anladık Türk' sün, aynı kandanız, aynı dindeniz ama sahibi olmadan başkasının bağına girilir mi?' diyerek Türk' e de vurmaya başlar...
Türk, yumruk darbeleriyle yere yuvarlanınca Kürt' e döner ve "Biz" der, "papazı dövdürmeyecektik!"

Hiç yorum yok: