Gilles Deleuze, teorisinde; bizim bir "şey" i algılama biçimimiz, o şeyin gerçeklik sınırını belirlemektedir, demiştir. Yani, "şey" lerin gerçekliğini algı var etmektedir.
GÖZ MENZİLİ
Adamın biri, bisikletle Türkiye’den İran’ a geçiyormuş, selesinde kocaman bir torba... Gümrük görevlisi şüphelenmiş haliyle, "Aç torbayı" demiş. Açmış, kum çıkmış...İki gün sonra, aynı adam ıslık çala çala gelmiş sınır kapısına, çıkış yapacak, selesinde gene torba... "Aç" demişler, açmış, gene kum.
Yine iki gün sonra, aynı adam pedal çevire çevire gelmiş sınır kapısına, selede gene torba... Bu sefer, polis çağırmışlar, narkotikçi gözüyle incelemişler, nafile, bildiğin kum... Delirecekler...
Bir, üç, beş, hep aynı manzara... Adam geliyor geze geze, termal kamerayla bakıyorlar, tahlil yapıyorlar, köpeklere koklatıyorlar, uyduyla takip ediyorlar, hikâye... Hep kum çıkıyor.
Aradan yıllar geçiyor. Gümrük görevlisi çarşıda rastlıyor o adama... "İçim içimi yiyor" diyor, "Bu saatten sonra bi şey yapamam sana, Allah aşkına söyle, ne kaçırıyordun o torbayla?"
"Bisiklet", demiş adam. Bisiklet..!
Herkesin gerçeği kendine! ( Babam ve Oğlum )
İlk kez geceyi "hüzün" temasıyla kim işlemiştir hikayesinde, şiirinde? Filmlerde...Gece sahneleri, izleyicinin içine değer. Gece, kahramanın kimi gerçekleri kavrayış anıdır.
Sonra fotoğraflar... Bir de bakarsınız ki bir fotoğraf, dünya kadar çağrışımla belleğinizde kök salmıştır. Bunca çağrışımı içinde barındıran tek tuhaf duygu ise hüzündür. İçinde neşeyi, acıyı, oyunu, aşkı, yalnızlığı, dostluğu barındırır.
Hilmi Yavuz’ un dediği gibi, “hüzün ki, en çok yakışandır bize”... Öyleyse gece, belleğimizde hüzünlü kalmaya zorunludur. Ne gam!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder