"independent" (Müstakil) müzakere tekniği ile Osmanlı örneği

Ulusal çıkarlar, devletleri karşı karşıya getiren bir rol oynamaktadır. Bu temas, çatışmacı bir eksende meydana geldiği kadar, işbirliği ekseninde de meydana gelir. Günümüzde devletler, ekonomik, siyasal veya kültürel anlamda ulusal çıkarlarını, bazen çatışmacı, bazen de işbirliği ekseninde kalarak korurken, "güvenlik" çıkarlarını hepsinin üstünde tutmaktadır.
MÜSTAKİL ÇIKARLAR
Eski yunan' da "ekonomi" sözcüğünün kelime anlamı, bir evin mal varlığını yönetme sanatıydı. Yani günümüze uyarlanmış en sade tanımı ile, sınırsız ihtiyaçların kıt kaynaklarla karşılanmasını inceleyen bilimdir.

Peki, devlet kaynak yaratmada nasıl egemendir? Bir devletin temel çıkarını sağlayacak ortamı, devlet; ticaret, bilim, sağlık ve çevre politikalarındaki koşullara uyumu ile gerçekleştirebilir.

Egemenliğin, bir yandan ulusal güvenlik kavramı etrafında şekillendiğini, diğer yandan küresel güvenlik kavramı etrafında şekillendiği düşünülürse; bu durumu, ulusal hukukun yaptırım meşruiyetinin “belirgin” olması ile uluslar arası hukukun yaptırım meşruiyetinin “muğlak” olmasına yani realist yapıya imkan tanır.
Kaotik dünya düzeninde, savaşı gerekçelendirmek veya meşru gösterme yerine, yeni bir reel politika yaratmıştı müzakere kavramı. Bu kavram ile "güç" çatışması müzakere zemininde; ülkelerin güvenlik sistemi içinde değerlendirilip korumaya alırken, diğer yandan sistem güvenliği için “milliyetçilik” kavramı uykuya yatırılmıştı. Bu durum, ulus devlet düşüncesinin barışçıl işbirliğine dönük yüzüydü. Çünkü savaş, “Devletin daha keşfetmediği bireyleri” içindi.
KIBRIS VE MÜZAKERELER
Ticaret tek başına yeterli olmamıştır müzakerelerde. Para akışkanlığı sevmektedir. Kendine güvenli ve karlı gördüğü her yer, paranın vatanı olmuştur. Diplomasinin ve askeri güvenliğin erişemediği yerler, para için de güvenli olarak algılanmamıştır. Kıbrıs örneğinde olduğu gibi...

Kıbrıs, Türk tarafına göre 1955’ den beri, Rum tarafına göre 1974’ den beri devam eden bir uluslararası çözümsüzlükte; çözüm çabaları, taraflardan birinin çözüme engel olmasıyla sürekli çözümsüzlük boyutundadır. Çözümde yardımcı olsun diye müzakerelere dahil edilen üçüncü ülkeler de, çözüme “kendi çıkarları” doğrultusunda yaklaşmaktadır. Çözüme yönelik müzakere sürecinde, "Lokmacı Kapısı" gibi ticari çözüm yolları da denenmektedir. (Bknz)

Güç, çok şeye kadirdir, ama her şeye değil. İşte bu noktada, müzakere süreci devreye girmektedir.
MÜZAKERELER, ÇIKARLARA HİZMET EDER
Müzakere süreci ile “milliyetçilik” uykuya yatırılıyor ve “müstakil birliktelik” inşaası yapılıyor da olsa; her müzakere “birleştirici” ve anlam taşımamaktadır. Avrupa’ nın göbeğinde, Bosna’ da 250.000 insanın ölümü ve 2.000.000 kişinin göç etmek zorunda kalmasıyla sonuçlanan insanlık dramı, “milliyetçilik” karşısında aciz kalındığını gösterdi. Her olayın sorumlusunu sadece bir değişken ile açıklamak bu nedenle doğru sonuç vermemektedir.
Almanya’ nın, Yugoslavya’ dan ayrılmak isteyen Slovenya ve Hırvatistan’ ı tanımak istemesi, ve bunu da iplerini elinde tuttuğu AB’ ye zorlayarak yaptırması önemli bir ayrıntıdır. Avrupa Bütünleşme Hareketi, Yugoslavya' nın parçalanmasını müzakere etmiştir. Aynı durum, Rusya' nın soğuk savaş sonrasında “Glasnost ve Perestroyka" ile yaşadığı dağılmanın verdiği şaşkınlıkla “bağımsızlık vaat edip, sonra terörist damgası vurduğu” Çeçenistan Savaşı izledi
(Bknz -1)
(Bknz -2).
Müzakereleri yöneten (etken) devletler için kaynak güvenliği önceliklidir. Çünkü, ulus devletler (edilgen) sefalete dayanmak konusunda daha sabırlıdırlar. Oysa, federatif “etken” devletlerin böyle bir dayanağı yoktur. Bir başka deyişle, ulus devletlerin fakirliği paylaşmak gibi bir tarihsel birikimi vardır.
OSMANLI - ALMANYA
Osmanlı İmparatorluğu' nun iç ve dış politikasının, 19. yüzyılın sonlarında büyük bir değişikliğe uğramasında, en önemli nedenlerden birisi de, Osmanı - Rus savaşı' dır. Savaşın Osmanlı İmparatorluğu' na getirdiği maddi kayıpları bir tarafa bırakacak olursak, imparatorluk iç ve dış politikalarında köklü değişiklere sebep olmuştur.

Savaşın ardından imzalanan Berlin Antlaşması, savaş sonrasında; Avrupa güçler dengesinin korunması amacıyla, Osmanlı İmparatorluğu' nun toprak bütünlüğünü garanti altına alan İngiltere ve Fransa, bu tutumlarını kesin olarak terketmesine zemin hazırlamıştır. Tek başına ayakta kalabilecek gücü uzun süreden beri yitirdiğine inanan ve varlığını, Avrupa devletleri arasındaki dengeden sürdüren Osmanlı İmparatorluğu, “toprak bütünlüğünü garanti altına alma” fikrinden vazgeçmeleri üzerine, siyasi yalnızlığa itilmiş ve zorunlu olarak Almanya' ya yönelmiştir.

2. Abdülhamit, Almanya' ya inanmak ve güvenmek istiyor ve onu, Osmanlı Devleti' ndeki siyasi ve ekonomik çöküntünün, gelecekteki kurtarıcısı olarak görüyordu.
Otto von Bismarck tarafından yürütülen "denge siyaseti" ni terk ederek, 19. yüzyılın sonlarında "Dünya Siyaseti" izlemeye başlayan Alman İmparatoru 2. Wilhelm; siyasal anlamda yalnızlığa itilmiş, kendisiyle ittifak yapmak için istekli Osmanlı ile müzakerelerde bulunmuştur. Bu dönemde Liman von Sanders' i 1. Kolordu Komutanı olarak Osmanlı' ya göndermiştir. (Sanders' in makamı, protokolde Harbiye Nazın' ndan sonra gelmekteydi.)

Başlangıçta, 5 yıl süreyle görev yapmak üzere 42 kişiden oluşturulan Alman askeri heyetinin sayısı, zaman içinde giderek artmış; bu sayı 1. Dünya Savaşı başlangıcında 71' e, 1914 - 1918 yılları arasında ise 15.000' e ulaşmıştı.
Alman generalinin, Osmanlı ordusunda 1. Kolordu Komutanlığına, geniş yetkilerle atanmasının ne anlama geldiğini çok iyi bilen İngiltere, Fransa ve Rusya; olayı diplomatik bir kriz haline getirmişlerdi. Sorunun, Avrupa diplomasisinin bir numaralı gündem maddesi haline gelmişti.
SONUÇ: MÜZAKERELER
Viktor A. Kremenyuk’ a göre, müzakere sisteminin yapısını, anlaşmazlıkların ve çatışmaların nitelikleri belirlemektedir. Osmanlı devleti de, güvenlik kaygısını müzakere zemininde gidermeye çalışmıştır. Demokrasi kuramcılarından Giovanni Sartori’ nin belirttiği, "Realizm temelli rekabetçi müzakere usulleri" nde veya "işbirliğine dayalı müzakere usulleri" nde süreç, "kazanca dönüştürme mücadelesi" olarak işlemektedir .

Müzakereye ihtiyacı olanların, en sorunlu oldukları yer, hangi sorundan başlayıp müzakere yapacaklarıdır. Osmanlı Devleti askeri alanda müzakere etmişti. Siyasetin kullanılamadığı yerde tarih - ekonomi -askeri güç; siyasetin bir argümanı gibi öne sürülür. Bir gün gelecek, herkes aynı şeyleri söylemeye başlayacak. Belki o zaman, müzakere yapmak daha kolay olacaktır. Çünkü, Solon’ un dediği gibi, “Güneşin gördüğü bütün insanlar dertli

Hiç yorum yok: